5 HAZİRAN DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ KUTLU
OLSUN
1972 yılında İsveç’in Stokholm
kentinde yapılan Birleşmiş Milletler Çevre Konferansında alınan kararla ilan
edilen 5 Haziran Dünya Çevre Gününün anlaşılması temennisiyle...
Modernleşme ve sanayileşme
süreciyle başlayan ancak gelişmiş ülkelerin çark ettikleri çevre kıyımları
“gelişmekte” olan ülkelerde son on yılda tüm hızıyla artmaya devam etmektedir.
Bu noktada çevrenin gerçek anlamda korunması için, yaşanan çevre sorunları ile
ekolojinin gerçekleri karşısında, çevre koruma politikası ve çevre hukukunda
bütünsel yaklaşımın rolü ön plana çıkmaktadır.
Mevzuatımızda ise 2872 sayılı
Çevre Kanun’un amacı salt gerçeği bütünüyle ortaya koymaktadır. “Bütün
canlıların ortak varlığı olan çevrenin, sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir
kalkınma ilkeleri doğrultusunda korunmasını sağlamaktır.” Ancak kanun
uygulayıcılarının ve sermayenin kanunun amacı ve lafzına uygun hareket
edebildiklerini ifade etmek oldukça zordur.
Sanayi devriminden günümüze
ulaşıncaya dek, çok uluslu şirketler neo-liberal ekonomik programların
öngördüğü sistemlerde dünyanın tüm coğrafyalarında doğal kaynaklara ve tüm
canlılara rant odaklı bakmaktadır. Küresel sermaye doğayı, insanları,
hayvanları, suyu ve havayı, bitkileri ve toprağı kar elde etmenin aracı olarak
görmekte ve planlamaktadır. İçtiğimiz sudan soluduğumuz havaya, tükettiğimiz
gıdadan giydiğimiz kumaşa kadar her alana el atan ve insanı kâr odaklı gören
sermaye anlayışı, hızlı kalkınmayı amaç edinmiş ancak doğayı ve insan sağlığını
bir kenara itmiş ekonomik sistemin sorgulanması gereken en önemli
dinamiklerindendir.
Gelişmekte olan ülkelerde ise
devlet mekanizması Türkiye’de olduğu gibi kalkınma ve imar planlarıyla kısa
süreli gelişme amacına yönelmiş haldedir. Aslında Kalkınma Planları ve imar
planları uzun soluklu gelişme için öngörülen metinler olmalıyken ülkemizde ve
çoğu gelişmekte olan ülkede hızlı ve rant odaklı gelişmenin planları
olmaktadır. Kalkınma ve imar planları başta insan olmak üzere tüm canlıların
sağlıklı yaşam hakkına saygılı, doğaya ve çevreye değer veren metinler olmalı
uygulayıcıları olan siyasi iktidar ve kamu görevlileri de bu temel değerlere
bağlı olmalıdır. Ancak gelişmekte olan ülkelerde doğa talanına çanak tutan ne
yazık ki siyasi iktidarlar olmaktadır.
Ekonomik gelişme öngörülürken
en küçük derelerimiz HES’lere, en yeşil ormanlarımız taş ocaklarına ve metalik
madenciliğe, en küçük yamaçlarımız RES’lere, en nadide ormanlık alanlarımız
hava alanlarına ve diğer yapılaşmaya, en temiz havası olan illerimiz termik ve
nükleer enerji santralleriyle, uluslararası sermayenin kirli işlerini yürüttüğü
arka bahçeleri olmaya mahkum edilmek istenmektedir.
Biz avukatlar olarak doğaya ve
dolayısıyla anayasal çevre hakkına, insan ve diğer tüm canlıların sağlıklı
yaşama hakkına sahip çıkmanın gerekliliğine inanıyoruz. Bu yolda Çanakkale
Barosu bünyesinde kurulan Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu olarak yanımızda yer
alan sivil toplum kuruluşlarının destekleriyle bugüne kadar açtığımız 50’ye
yakın dava ile çevre mücadelesinde yer aldık. Bugüne değin gerek mahkeme
heyetiyle yaptığımız gerekse duyarlı kişilerle yapmış olduğumuz keşiflerde
altın madenlerinin daha işletmeye geçmeden sondaj aşamasında köylülerin
sularını kirlettiğini, bölgeye yakın köylerde üç bacaklı civcivlerin doğduğunu,
havaya karışan zehirli gazlardan dolayı meyve ağaçlarının zarar gördüğüne tanık
olduk. Termik santrallerin kurulduğu alanlarda dağların yok edilip yerlerine
kül tepeciklerinden taraçalar yapıldığına, soğutma suyu olarak kullanılan küllü
suların tekrardan akarsulara bırakılarak derelerin bataklık haline geldiğine,
denize salınan sıcak sularlın o bölgede yaşayan deniz flora ve canlılarını yok
ettiğine, doğal bitki örtüsünün yok edilmesinden mütevellit yerlerine
diktikleri ağaçların yaşamadıklarına tanık olduk. Dünyada en fazla oksijene
sahip olan Kazdağları, şehrimizin içme ve kullanma suyunun karşılandığı
Atikhisar ve yaşam hakları bizim tarafımızdan alınamayacak tüm canlılar için
tarihi ve kültürel mirasımıza sahip çıkarak bundan sonra da bizlerin ve
canlıların yaşam alanlarına umarsız kişilere ve kurumlara karşı doğanın yanında
olmaya devam edeceğiz.
26 Nisan 1986’da Çernobil’de
meydana gelen nükleer felaketin yaraları 29 yıl geçmesine rağmen
sarılamamışken, nükleer felaket 29 yıl sonra bugün bile insanları öldürmeye
devam ediyorken Sinop’a, Mersin Akkuyu’ya ve Kırklareli İğneada’ya nükleer
enerji santrallerinin kurulmak istenmesi hem düşürücü hem de üzücüdür.
Nükleer santrallerden elde
edilen enerjinin ucuz, temiz ve gerekli olduğu yönlendirmesine gözlerimizi
kapasak bile gelişmişliğini örnek aldığımız hatta imrenerek baktığımız
Japonya’da dahi nükleer kazaların yaşanması söz konusuyken, böylesine bir riski
göze almamızın kamu yararına olduğu kesinlikle savunulamayacaktır. Kaldı ki
Sinop’a, Mersin Akkuyu’ya ve Kırklareli İğneada’ya kurulması planlanan nükleer
enerji santralleri, sanıldığının aksine hammaddenin yurt dışında üretilmesiyle,
yetiştirilmiş teknik elemanların kurucu şirketler tarafından istihdam edilecek
olmasıyla ve her yıl muhafaza bedeli verilerek saklanması planlanan nükleer
atıklar sorununun varlığıyla ülkemizin enerji üretiminde dışa bağımlılığını
azaltmayacak, aksine arttıracaktır.
Nükleer santrallerden elde
edileceği öne sürülen fayda şeffaf şekilde ortaya konulup, tartışılmadan halkta
nükleer santrallere sempati uyandırmak amacıyla çocuklarında kullanıldığı ve
kamu spotu etiketi altında kamuoyunu ve özellikle çocuklarımızı manipüle edici
reklamların yayımlanması gerçekleri örtemeyecektir.
Nükleer Santral planlarının
yanı sıra gerek Çanakkale özelinde gerekse Türkiye genelinde topraklarımız
vahşi madencilik ve termik santral tehditleri ile de karşı karşıyadır. Bu
projeler ile Kazdaglari’ndan Cerattepe’ye yaşam alanlari daraltılmaktadır. Her
geçen gün Çıkarılan yönetmelikler ile de Çevre Etki Değerlendirmesi hiçe
sayılarak aşılmak istenmektedir.
Bizler Çanakkale Barosu Çevre
ve Kent Hukuku Komisyonu olarak Çanakkale’deki vahşi madencilik projeleri ve
termik santral projelerine ek olarak Sinop’ta, Mersin Akkuyu’da ve Kırklareli
İğneada’da, Cerattepe’de, Amasra’da hukuk dışı uygulamara karşı duran
halkımızın yanında olduğumuzu bildiriyoruz. Doğaya kâr ve rant odaklı bakanlara
karşı son sözümüzü hukuk diliyle söyleyeceğiz. Önümüzdeki her 5 Haziran’da
Çevre hakkına olan duyarlılığın artması temennisiyle, Basına ve kamuoyuna
saygılarımızla...
Çanakkale Barosu Çevre ve Kent Hukuku
Komisyonu